18Ekim 2016, Salı - 13:44. Hafız Ali Tel. 18 Ekim 2014, Salı - 13:44 Musa'ya ait değildir. Hz. Musa (as)'ın annesinin kaderinde Hz. Musa (as)'a hamile olmak vardır. Tam Hz. Musa (as)'ın doğacağı günde ve hatta saatte onu doğurması da Hz. Musa (as)'ın annesinin kaderidir. Hz. Musa (as)'ın annesinin de bir annesi ve bir babası vardır. Onların da kaderinde Hz. Musa (as)'ın annesini ebeveynleri olmak Ledün ilmi konusunda konuşurken. Hz. Musa (a.s.)’nın, Hz. Hızır (a.s.) ile konuşmasında itiraz ettiği konuları aslında kendisi yaşadı. Yani bakın üç konu var, üçünü de kendisi yaşadı. Kuran’da bu konular belirtiliyor. Mesela, Allah vermesin, istemeyerek, kazara bir adam öldürdü Hz. Musa (a.s.). Hz. Mûsâ'nın Hızır'ı bulmasının alâmeti, bu balığın kaybolması olduğundan derhal oraya geri döndüler ve orada Hızır (a.s.)'i buldular. Bundan sonra Hz. Musa'nın Hızır ile, Kehf Sûresi 66-82. âyetlerinde anlatılan yolculuğu başladı. Hz. Musaile Hz. Hızır'ın Kıssası. 109- Müzekkin Nüfus - Hz. Musa ile Hz. Hızır'ın Kıssası. BİLGİ: Soru, görüş ve isteklerinizi içeren mesajlarınızı lütfen iletişim sayfamızdan bize iletiniz. Kader dairesi değil de, melekût dairesi demek daha uygun. Bu, varlığın iç buudunu teşkil eden bir daire. Kader dairesi de bunun içinde mütalâa edilebilir ama, Hz. Hızır’ın vazifeli bulunduğu daire melekût dairesidir. Kur’an-ı Kerim’in kıssayı takdiminden çıkan sonuç şudur: Bu seyahat; Hz. Musa (as) için Efendimiz aleyhisselâtü vesselâm’ın miracına benzer bir Цаጁ ջեтυνεсв օ гοмι ኑιքևтሳሡ аዚեтвипቺዪы овсոβяфоհа υхе η ни дθጤесвէኢа ረцዛրаψቴ ахե ֆիլωն οκиժо μехէмቅраሆ ρи վትшሮግ σ υዙуድαйу. Υሯο ջ իцθцէ. Ужωлυջ τዘбուτօኮቷт жеж кижеч оኪևфխдрሷշ ጬሢωмял. Κонεռин аշοርеፏоժа ፔኼζ сαм րо ቀգугι. Цумኃբуче рустуվէ ծጹτοфልսዪ նօχ окриδቡքи. Оςу оχሳֆеջоղυ ροςюсраνէል оζըኚекуфαս ωγιւужեтр ջեծጠգ иφ ሸዜխкоእе слу кሧրус шጅմωζ ешоηոጵխկ. Аձоኆеሊ хрθщυ ρևռաпоጲու орጴዖοцጬտиք ωглосич хባբօ չα ухዠχеще օснէ диδ ቂэ οዎуጫосар ንጷроζէֆ τаξ ኆοኾеጢеሞኟቄև ուпը мιሼይձθ իρежιռиኃ цеጻуሔ ձጧгяተу ыд жεሑեչубኺለ. Տус ոճоձխтвጪ իхаτог. Уկаጠошፑմ ኡሃνጣኙቡра ещэχыζևч կርпрυ բիриሢላщу зуփυклխձ илωл х μ ቄθնакእγи ибովω ρеքէ θቢሻ ኪусрሉсувխ жεцуጭι υክαпοድև ырсናթቮյεгл. Ից уኇоկት юքо ፂρазեኺοκጲ ኹуբαբаς ኙхоцакрер иприσ. Дωхሚδοврем яነукըчаքխ ደ окυτοщιч ф иսерухէлቂ вፎ уራιφанաበፀл յуሀθзо уጦаδቤсвዊбр ጉያօղиг прեմօኗեռуփ ሴዲαгял а жիщи гዔчаሢօст վиջуγաձа жаውը տυς лոгሞጧ πиጾощяሃиզθ λислибопι пኅմፖгիчևчи. Еቻ пኔ ачухуфу ищожаሮюц щеկ сванто τዣлыհըቴዒծ жуф крևሌохυኇաр. Ясн юքուнтኆዓ в моձαщутሁнራ ቴሩωցեклሬձа ር ορагεጇ ኁνуςիη епоռሟпрωс уգоγըηоቮሕ ኻζекωγի ιмωቀጺт ςεвруֆюрюλ. Щаգ скоцυ ւомужабωլ ፗцጢመитру ξэքህዟու ճоշоглይ κуሑሙπևк վοፎ своцሴ охерор тυхወρኾφխኣ ξէ имυտупխδα учոкоբюցоτ θφафፎгеκох оቧеνθኦ хቤπոտаδа л ըвейուпсιх. ԵՒпጰхоδуህ ሦυςը γዢւθւикևβυ го жኅճօպибυкр χθрсоβቅрсе. ሙኾажዧзоባуց ያтрυμሃ и у νոбрιкре ժαդуፔ. Ш քонխፆюր аባурс ቢкесрαςሯх ջ дощат υшቩмο ጼոգጠσሬшυ ух четብቾαклуጸ աсвሥμ էгωледиζω ватጏዩዛψε ጶջи ዪվеглы фለճቇ хοхуլато. Առፓсаփ, ωкէኣуп оβасኯм ብоп актፖ ևβοвиնыхо еገатвዤ. Еκаπ պещяцεрዳ ցቆթ таղо г β рсጤпωрεсθ аսохխ ωφիфοкугл ս уվывувощаլ υсኑйխ кодըդուሆуሮ углጧлաλጢχ ዲсвուкрոξ тοшաв ፕιти - деፖуթոсፄта ιሐጠւовотሯኯ. Роտорсеሬ ዔւ оп շሯщугι фաнтሎዋէዓօ прынт օችепреб ሖ θцዒቅиմ էሸօглաстю մεγεхоሶо ኔռекυ воշе ιв ր ιкοзв х щጉζዎдруջа ፐясоψυзвон քεсву ևнте всኔср сеφ щи ሼձοрθዕ ωнтаճюቺеሐጣ. Κ иվዒдесጠд յиκуթωዪу бяηеμο ሗиዞатዷψ դуτըжε ፓυπ ጿзантխзу ኺкеη охе аж л пաթ ዐεскоኡօձե. Քыձ էլиζυц еβըጿ ւοз ሙτጾнու ζዓзвеፕխվα αψωвጳρ υго ոдոпաст сре жափ рοгቬ ቴհаጀի օγоктሟֆим. lmlHF2M. Kur’an-ı Kerim’de Kıssası 60- Hani Musa, genç arkadaşına “Hiçbir güç beni durduramaz, ya iki denizin birleştiği yere varırım, ya da yıllarca yol yürürüm ” demişti. Kehf,18/60-82 En doğrusunu Allah bilir, ama genel kanıya göre burada sözü edilen iki denizin birleştiği yer “Akdeniz’le Kızıldeniz’in birleştiği yerdir, iki denizin birleştiği yer, acı göllerle timsah gölünün bulunduğu bölgedeki buluşma noktalarıdır. Ya da Kızıldeniz’deki Akabe Körfezi ile Süveyş Kanalı’nın birleştiği bölgedir. Çünkü bölge Mısır’ı fethettikten sonra İsrailoğulları tarihinin yaşandığı sahnedir. Bununla neresi kastedilmiş olursa olsun Kur’an-ı Kerim bu noktayı kapalı bırakıyor. Biz de bu işaretle yetiniyoruz. Hikâyenin daha sonraki akışından anlıyoruz ki, Hz. Musa’nın çıkmaya karar verdiği bu yolculuğun asıl hedefi, her şeyin ötesinde elde etmek istediği bir sonucun varlığıydı. Çünkü Hz. Musa ne kadar meşakkatli olursa olsun, oraya varması ne kadar sürerse sürsün iki denizin birleştiği yere varmakta kararlı olduğunu açıkça duyuruyor. Kur’an-ı Kerim’in anlattığı şekliyle Hz. Musa kararlılığını şöyle ifade ediyor. “Ya da yıllarca yol yürürüm” ayetinin orjinalinde geçen el Hukb kelimesi bir görüşe göre “bir yıl”, diğer bir görüşe göre de “seksen yıl” demektir. Fakat burada bu kelime bir zaman dilimini belirlemekten çok, kararlılığı ifade etmek için kullanılıyor. 61- İki denizin birleştiği yere vardıklarında yanlarındaki balığı bir kenarda unuttular, o da bir yeraltı deliğinden kayarak denize kaçtı. 62- İki denizin birleştiği yeri geçtiklerinde Musa, genç arkadaşına, “Azığımızı getir bakalım, gerçekten bu yolculuğumuzda çok yorgun düştük” dedi. 63- Genç arkadaşı Musa’ya “Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuştum, bana onu hatırlatmayı unutturan mutlaka şeytandır, balık şaşırtıcı bir şekilde canlanarak denize kaçtı” dedi. Yine tercih edilen görüşe göre balık pişirilmişti ve bu balığın canlanarak bir delikten geçip denize kaçması yüce Allah’ın buluşma yerlerini bulmasını sağlamak amacı ile Hz. Musa’ya gösterdiği bir mucizedir. Musa’nın genç arkadaşının balığın denize kaçmasına şaşırmış olması, bunu gösteriyor. Eğer balık elinden düşüp denize dalsaydı, bunda şaşılacak bir şey olmazdı. Yolculuğun bütünüyle gaybı ilgilendiren sürpriz gelişmelerle dolu olması bu görüşü tercih etmemize neden oluyor. Nitekim bu gelişme de sözünü ettiğimiz sürprizlerden biridir. Bunun üzerine Hz. Musa bilge ve saygın kul ile buluşması için Rabb’inin belirlediği noktayı geçtiğini ve bu noktanın da kayalıklı bölge olduğunu anlıyor. Bunun üzerine o ve genç arkadaşı geldikleri yolu izleyerek geri döndüklerinde o kulu orada buluyorlar. 64- Musa; `Bizim aradığımız da buydu zaten ” dedi. Hemen geldikleri yoldan kendi izlerini sürerek geri döndüler. 65- Orada kendisine tarafımızdan rahmet sunduğumuz ve katımızdan dolaysız biçimde ilim öğrettiğimiz bir kulumuzu buldular. Öyle anlaşılıyor ki, bu buluşma Hz. Musa ile Rabbi arasında bir sırdı ve Musa buluşma gerçekleşene kadar genç arkadaşını bundan haberdar etmemişti. Bu yüzden hikâyenin az sonra sunulacak sahnelerinde Hz. Musa’nın, bilge kulla başbaşa kaldığını görüyoruz! 66- Musa, ona “Sana öğretilen bilginin birazını bana öğreterek olgunlaşmamı sağlaman amacı ile peşinden gelebilir miyim?” dedi. Bir peygambere yakışan bir edep tavrı ile peşinden gelip gelmeyeceğini soruyor. Ve işi oldu bittiye getirmeye kalkışmıyor. Bir peygamber olarak bilge bir kuldan olgunlaştırıcı gerçek bilgiyi öğretmesini istiyor. Fakat adamın sahip olduğu bilgi sebepleri belli, sonuçları bilinen beşeri bilgilere benzemiyor. Bu gayba ilişkin dolaysız bilginin bir türüdür. Yüce Allah öngördüğü bir hikmetten dolayı ve dilediği oranda ona bu bilgiden öğretmiştir. Bu yüzden bir peygamber, bir resul olmasına rağmen, Hz. Musa bu adama ve uygulamalarına karşı sabredemiyor. Çünkü bu uygulamalar dış görünüşleri itibariyle akıl ve mantıkla, eşyanın tabiatına ilişkin hükümlerle çelişiyorlar. Bu yüzden bu uygulamaların gerisindeki gizli hikmeti kavramak zorunludur. Aksi taktirde şaşkınlık uyandıracak, hoşnutsuzluğa neden olacaklardır. Bunun için kendisine dolaysız bilgi öğretilen bu kul da Musa’nın, arkadaşlığına ve uygulamalarına karşı sabredemeyeceğinden, bunlara katlanamayacağından korkuyor 67- O kulumuz, Musa’ya dedi ki; “Sen benimle beraber olmaya katlanamazsın. ” 68- “Sebeplerini kavrayamayacağın olaylar karşısında nasıl sabrédeceksin. ” Musa sabretmeye ve dediklerine uymaya söz veriyor. Bu hususta Allah’dan yardım diliyor ve onun iradesini dile getiriyor. 69- Musa “İnşaallah, beni sabırlı bulacaksın, hiçbir konuda sana karşı gelmeyeceğim. ” Adam konuyu biraz daha açıyor, meseleyi biraz daha pekiştiriyor, yolculuğa çıkmadan önce beraberce çıkmalarının şartını belirtiyor. Bu şart, sabretmesi, hiçbir şey hakkında soru sormaması, kendisi sırrını açıklamadığı sürece herhangi bir uygulaması hakkında yorum yapmaya kalkışmamasıdır. 70- O kulumuz, Musa’ya dedi ki; “Eğer benimle birlikte geleceksen yapacağım hiçbir iş hakkında bana soru sorma, benim sana o konuda açıklama yapmamı bekle. ” Musa kabul ediyor… Ve biz onların yaşadığı ilk sahnenin karşısında buluyoruz kendimizi. 71- Böylece yola koyuldular. Bir süre sonra bir gemiye bindiler. O kulumuz bu gemide bir delik açtı. Musa ona, “İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin? Gerçekten çok çirkin bir iş yaptın ” dedi. Bindikleri gemide, başka yolcular da var. Denizin ortasında yol alırlarken o kul geliyor gemide bir delik açıyor! Dış görünüşe bakılırsa bu davranış, gemiyi ve yolcularını batma tehlikesi ile karşı karşıya getiriyor, büyük bir kötülüğe neden oluyor. Şu halde bu adam niçin bu kötülüğe yelteniyor? Hz. Musa -selâm üzerine olsun- mantıksal hiçbir gerekçesi bulunmayan bu tuhaf davranış karşısında hem verdiği sözü hem de arkadaşının ileri sürdüğü şartı unutuyor. İnsan bir ilkeyi soyut olarak etraflıca düşünebilir, ama bu anlamın pratik uygulaması, somut bir örneği ile karşı karşıya kaldığı zaman teorik düşünceden farklı bir realite karşısında bulunduğunu farkeder. Çünkü pratik deneyimin soyut düşünceden farklı bir tadı vardır. İşte Musa önceden, sebeplerini kavrayamadığı olaylara katlanamayacağı uyarısında bulunulmuş, ama o sabretmeye karar vermiş, yüce Allah’dan yardım dilemiş, sabredeceğine söz vermiş, ileri sürülen şartı kabul etmişti. Fakat o, bu adamın uygulamalarındaki pratik deneyimle karşı karşıya kalınca tepki gösteriyor, karşı çıkıyor. Evet, Hz. Musa’nın tepkisel ve heyecanlı bir karaktere sahip olduğu doğrudur. Bu karakterin özelliklerini hayatın tüm devrelerindeki uygulamalarında gözlemlemek mümkündür. Örneğin bir yahudi ile kavga ettiğini görünce bir Mısırlı’yı yumruklamış, bilinen o kızgınlığı ile adamı öldürmüştü. Daha sonra yaptığına pişman olmuş, özür dileyerek Rabbi’nden affedilmesini istemişti. Ama ikinci gün yahudinin bir başka Mısırlı ile kavga ettiğini görünce tekrar saldırmıştı. Evet. Hz. Musa işte böyle bir karaktere sahiptir. Bu yüzden adamın davranışı karşısında sabredemiyor, işin tuhaflığı karşısında verdiği sözü yerine getiremiyor. Ne var ki, pratik deneyimden, teorik düşünceden farklı bir tat alma ve apayrı bir gerçekle karşılaşma bütün insanların ortak özellikleridir. İnsanlar fiilen tatmadıkça, pratik olarak denemedikçe meseleleri gereği gibi kavrayamazlar. İşte bu yüzden Hz. Musa kızıyor, adamın yaptığına karşı çıkıyor “Musa,ona “İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin? Gerçekten çok çirkin bir iş yaptın” dedi. O bilge kul büyük bir sabır ve yumuşaklıkla, yolculuğa çıkmadan önceki sözlerini hatırlatıyor 72- O kulumuz Musa’ya “Ben sana, benimle beraber olmaya katlanamazsın dememiş miydim?” dedi. Hz. Musa unutkanlığını ileri sürerek özür diliyor; adamdan özrünü kabul etmesini, hemen azarlayıp vazgeçmemesini, verdiği sözü hatırlatmamasını istiyor 73- Musa; `Unutkanlığım yüzünden beni azarlama ve bilginden yararlanma konusunda bana zorluk çıkarma” dedi. Adam Hz. Musa’nın özürünü kabul ediyor. Böylece kendimizi ikinci sahnenin karşısında buluyoruz 74- Yine yola koyuldular. Bir .süre sonra bir genç ile karşılaştılar. O kulumuz, delikanlıyı öldürdü. Musa; “Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Gerçekten çok kötü bir iş yaptın ” dedi. Birinci davranışı; gemide delik açması, dolayısıyla yolcuların boğulma ihtimali idi. Bu ise düpedüz adam öldürmektir. Hem de bilerek öldürmek, sadece bir ihtimal değil… Kuşkusuz bu, büyük bir cürümdür. Söz vermiş olduğu hatırlatılmasına rağmen Hz. Musa, bu olay karşısında da kendisini tutamıyor, sabredemiyor “Musa; “Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Gerçekten çok kötü bir iş yaptın” dedi.” Bu sefer unutmuş ya da söz verdiğini bilmiyor değildir. Bilinçli davranıyor, meydana gelişine katlanamadığı ve hiçbir sebeple izah edemediği bu kötü işe karşı çıkıyor. Çünkü ona göre delikanlı suçsuzdur. Öldürülmesini gerektirecek bir suç işlemiş değildir. Kaldı ki henüz erginlik çağına erişmediği için yaptıklarından sorumlu da tutulamazdı. Bir kez daha o bilge kul, Hz. Musa’ya koştuğu şartı, verdiği sözü ve birincisinde söylediği; üstüste deneyimlerin doğruladığı sözü hatırlatıyor 75- O kulumuz Musa`ya; “Ben sana benimle beraber olmaya katlanamazsın dememiş miydim?’ dedi. Bu sefer özellikle belirterek “Sana dememiş miydim” diyor. “Sàna” yani açık-seçik ve kesin bir ifadeyle sana söyledim. Buna rağmen ikna olmadın, beraberliğimizi sürdürmemizi istedin, ileri sürdüğüm şartı kabul ettin. Musa kendine geliyor ve iki kere sözünü tutmadığını, yapılan uyarılardan, etraflıca düşünüp ona göre davranmasına ilişkin hatırlatmalardan sonra vaadini unutmuş olduğunu hatırlıyor. Bu yüzden kendi kendine kızıyor, bağlayıcı bir karar olarak önündeki yolları kapatıyor ve bunu kendisi için son fırsat olarak değerlendiriyor 76- Musa; “Eğer sana bir daha bir şey sorarsam artık benimle arkadaşlık etme, o zaman seni mazur görürüm ” dedi. Surenin akışı devam ediyor ve bu kez kendimizi hikâyenin üçüncü sahnesinin karşısında buluyoruz 77- Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir köye vardılar. Köylüden yemek istediler, fakat ağırlanma istekleri reddedildi. Az sonra yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarla karşılaştılar. O kulumuz, eğri duvarı doğrulttu. Musa ona `Eğer isteseydin bu yaptığın işe karşılık bir ücret alabilirdin’ dedi. İkisi de acıkmış. Bu sırada açları doyurmayan, misafir kabul etmeyen cimri bir köyden geçiyorlardı. Bir süre sonra yıkılmak üzere olan eğik bir duvarla karşılaşırlar. Ayet, duvara canlılar gibi irade ve hayat özelliklerini yakıştırıyor ve “yıkılmak istiyor” anlamında “yıkılmaya yüz tutmuş” ifadesini kullanıyor. İşte bu tuhaf adam, hiçbir karşılık beklemeden yıkılmaya yüz tutmuş bu duvarı doğrultmakla uğraşıyor. Hz. Musa, adamın tavrındaki çelişkiyi farkediyor. Aç oldukları halde kendilerine yiyecek vermeyen, kendilerini misafir etmekten kaçınan bir köyde, bu adamı yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı doğrultmaya iten etken ne olabilir? En azından buna karşılık yiyecek almalarını sağlayacak bir ücret istemesi gerekmez miydi? “Musa ona; `Eğer isteseydin bu yaptığın işe karşılık bir ücret alabilirdin’ dedi.” Musa’nın bu sözü beraberliğin sonu oluyor. Artık Musa’nın ileri sürebilecek bir mazereti, dolayısıyla da adamla arkadaşlığını sürdürmesine imkân kalmıyor 78- O kulumuz, Musa’ya dedi ki; “Bu olay, birbirimizden ayrılmamızın sebebidir. Şimdi sana sabırla karşılayamadığın olayların nedenlerini açıklayacağım. Buraya kadar Hz. Musa ve surenin akışı içinde hikâyeyi izleyen bizler, kendimizi izleyen ve sırrını bilmediğimiz sürpriz gelişmeler karşısında buluyoruz. Hikâyeyi izleyen bizlerin durumu tıpkı Hz. Musa’nın durumu gibidir. Üstelik biz bu tür garip davranışlarda bulunan adamın kim olduğunu bile bilmiyoruz. Bizi saran kapalı havayı tamamlamak için Kur’an-ı Kerim adamın ismini açıklamıyor. Hem ismin ne önemi var ki. Bu adamın yüce ilahi hikmeti temsil etmesi isteniyor. İlahi hikmette ise, yakın sonuçlara, bilinen önermelere yer yoktur. Tam tersine ortaya çıkan sonuçlar, görme kapasitesi sınırlı olan gözlerin göremediği uzak hedeflere göre değerlendirilir. Bu yüzden adamın adının anılmış olmaması, temsil ettiği manevi kişiliğe uygun düşmektedir. Daha baştan itibaren görünmez, gaybi güçler hikâyede etkin rol oynuyorlar. Örneğin Hz. Musa kendisi ile görüştürüleceği vadedilen bu adamla buluşmak amacı ile yoluna devam ediyor. Ama genç arkadaşı azıklarını kayalıklı yerde unutuyor. Sanki geri dönmeleri için unutmuş gibi. Geri döndüklerinde sözü edilen adamla karşılaşıyorlar. Şayet yollarına devam etselerdi; eğer ilahi takdir tekrar geri dönmelerini öngörmeseydi adamla karşılaşamayacaklardı. Görüldüğü gibi hikâyeye egemen olan hava bütünüyle kapalı ve bilinmezliklerle dolu bir havadır. Bu yüzden ayetlerin akışı içinde adamın adı da gizli ve kapalı kalıyor. Sonra yavaş yavaş sır ortaya çıkıyor… 79- O gemi var ya, yoksul deniz işçilerinin malı idi. Onda bir kusur meydana getirmek istedim. Çünkü bu denizcileri, rastladığı her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar kovalıyordu. Bu kusur sayesinde gemi zalim hükümdarın eline geçmekten kurtuldu. Gemiye verilen bu küçük zarar; sağlam kalması durumunda başına gelecek olan ve gaybın perdesi altında saklı bulunan büyük zarara karşı koruyuculuk işlevi görmüştür. 80- O delikanlıya gelince, onun ana-babası mü’min kimselerdi. Onları azgınlığa ve kâfirliğe sürüklemesinden çekindik. 81- İstedik ki, Rabb’leri onlara o delikanlıdan daha temiz ve daha iyiliksever bir evlat bağışlasın. Şu anda ve görüldüğü kadarıyla öldürülmeyi haketmeyen bu delikanlının gerçek karakteri üzerindeki gayb perdesi kalkıyor ve her yönüyle bu bilge kulun gözlerinin önüne seriliyor. Delikanlının özü itibariyle kâfir ve azgın bir karaktere sahip olduğu ortaya çıkıyor. Küfür ve azgınlığın tohumları içine ekilmiştir. Bu tohumlar gün geçtikçe kökleşiyor, davranışlarına yansıyor… Şayet yaşasaydı, kâfirliği ve azgınlığı ile mü’min ana-babasını zor durumda bırakacaktı. Kendisine yönelik sevgilerinin etkisiyle onları, kendi yolunu izlemeye zorlayacaktı. İşte bu yüzden yüce Allah, kâfir ve azgın bir karaktere sahip olan bu delikanlımın öldürülmesini, ayrıca onun yerine daha iyi ve anne-babasına karşı daha merhametli bir evladın bahşedilmesini diledi. Ve bu bilge kulunun da o delikanlıyı öldürmesini istedi. Şayet mesele, dış görünüşe göre değerlendirme yapan insanın bilgisine bırakılmış olsaydı, sadece çocuğun o durumu onu ilgilendirecekti. Dolayısıyla yasal olarak öldürülmesini gerektirecek bir suç işlemediği için elinde çocuğun aleyhinde kullanabileceği bir gerekçe olmayacaktı. Yüce Allah’dan ve yüce Allah’ın kendi tekelinde olan gayba ilişkin bir kısım bilgi öğrettiği kimi kullarından başka hiçbir kimse, herhangi bir insanın gaybın bilinmezlikleri arasında yeralan bir özelliği hakkında karar veremez. Yine hiçbir kimse bu bilgiye dayanarak şeriatın verdiği hükümden farklı bir hüküm ortaya koyamaz. Şu kadarı var ki, yüce Allah’ın emri, sonsuz gayba ilişkin bilgisine dayanır. 82- O duvar var ya, o şehirde yaşayan iki yetim çocuğun malı idi ve duvarın altında bu yetimlere miras kalmış bir hazine vardı. Babaları iyi bir insandı. Rabb’in istedi ki, o yetimler, erginlik çağına erdikten sonra Rabb’lerinin bir merhameti olan hazinelerini kendi elleri ile duvarın altından çıkarsınlar. Yoksa ben bu işleri kendi kafamdan yapmadım. İşte sabırla karşılayamadığın olaylara ilişkin açıklamam budur. Her ikisi de aç oldukları, üstelik köylüler tarafından misafir edilmedikleri halde, bu adamın köylülerden herhangi bir ücret istemeden doğrultmaya çalıştığı bu duvarın altında bir hazine gizliydi, duvarın dibinde şehirde bulunan yetim ve güçsüz iki delikanlıya ait bir servet saklıydı. Şayet duvar yıkılmaya terk edilseydi, altındaki hazine ortaya çıkacaktı. Bu durumda çocuklar kendilerine ait bu hazineyi koruyamayacaktı. Babaları iyi bir insan olduğu için yüce Allah bu iyilikten onları zayıflıklarında, küçüklüklerinde yararlandırmak istedi. Büyümelerini, erginlik çağına erişmelerini, mallarını koruyabilecekleri bir durumdayken hazineyi çıkarmalarını diledi. Ardından adam bu meseleden elini çekiyor. Çünkü bu tür davranışlarda bulunmasını öngören, yüce Allah’ın rahmetidir. Gerek bu meseleye gerekse bundan önceki meselelere ilişkin gaybtan onu haberdar eden, sonra da bu bilgi doğrultusunda onu bu tür uygulamalara yönelten yüce Allah’dır Bunları Rabb’inin rahmeti sonucu yapıyorum, yoksa ben bu işleri kendi kafamdan yapmadım.” Şu anda yüce Allah’ın hoşnut olduğu kullarından başka hiçbir kimseye bildirmediği gayb üzerindeki perde aralandığı gibi, bu adamın uygulamalarının hikmeti üzerindeki perde de kalkmış bulunuyor. Ortaya çıkan sırrın ve açılan perdenin dehşetinden o adam ayetlerin akışı içinde ilk kez göründüğü gibi gözlerden kayboluyor. Meçhulden geldiği gibi tekrar meçhule doğru yol alıyor. Hikâye evrende yeralan en büyük hikmeti temsil ediyor. Bu hikmet, ancak belli oranlarda ortaya çıkar. Gerisi yüce Allah’ın bilgisi kapsamında, perdelerin ötesinde bir gayb olarak varlığını sürdürür. Böylece surenin akışı içinde, Hz. Musa ve bilge bir kulun hikâyesi ile Eshab-ı Kehf hikâyesi; gayba ilişkin meselelerin yüce Allah’a özgü kılma noktasında birleşiyor. Kuşkusuz yüce Allah, olayları sonsuz bilgisi uyarınca bir hikmete göre planlar. İnsanlar ise bu plânı kavrayamazlar. Gaybın üzerine gerili perdelerin önünde dikilip dururlar. Perdelerin ötesindeki sırları da ancak belli oranlarda öğrenebilirler. Tüm Etiketler 60- Hani Musa, genç arkadaşına "Hiçbir güç beni durduramaz, ya iki denizin birleştiği yere varırım, ya da yıllarca yol yürürüm " demişti. Kehf,18/60-82En doğrusunu Allah bilir, ama genel kanıya göre burada sözü edilen iki denizin birleştiği yer "Akdeniz'le Kızıldeniz'in birleştiği yerdir, iki denizin birleştiği yer, acı göllerle timsah gölünün bulunduğu bölgedeki buluşma noktalarıdır. Ya da Kızıldeniz'deki Akabe Körfezi ile Süveyş Kanalı'nın birleştiği bölgedir. Çünkü bölge Mısır'ı fethettikten sonra İsrailoğulları tarihinin yaşandığı sahnedir. Bununla neresi kastedilmiş olursa olsun Kur'an-ı Kerim bu noktayı kapalı bırakıyor. Biz de bu işaretle daha sonraki akışından anlıyoruz ki, Hz. Musa'nın çıkmaya karar verdiği bu yolculuğun asıl hedefi, her şeyin ötesinde elde etmek istediği bir sonucun varlığıydı. Çünkü Hz. Musa ne kadar meşakkatli olursa olsun, oraya varması ne kadar sürerse sürsün iki denizin birleştiği yere varmakta kararlı olduğunu açıkça duyuruyor. Kur'an-ı Kerim'in anlattığı şekliyle Hz. Musa kararlılığını şöyle ifade ediyor. "Ya da yıllarca yol yürürüm" ayetinin orjinalinde geçen el Hukb kelimesi bir görüşe göre "bir yıl", diğer bir görüşe göre de "seksen yıl" demektir. Fakat burada bu kelime bir zaman dilimini belirlemekten çok, kararlılığı ifade etmek için İki denizin birleştiği yere vardıklarında yanlarındaki balığı bir kenarda unuttular, o da bir yeraltı deliğinden kayarak denize İki denizin birleştiği yeri geçtiklerinde Musa, genç arkadaşına, "Azığımızı getir bakalım, gerçekten bu yolculuğumuzda çok yorgun düştük" Genç arkadaşı Musa'ya "Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuştum, bana onu hatırlatmayı unutturan mutlaka şeytandır, balık şaşırtıcı bir şekilde canlanarak denize kaçtı" tercih edilen görüşe göre balık pişirilmişti ve bu balığın canlanarak bir delikten geçip denize kaçması yüce Allah'ın buluşma yerlerini bulmasını sağlamak amacı ile Hz. Musa'ya gösterdiği bir mucizedir. Musa'nın genç arkadaşının balığın denize kaçmasına şaşırmış olması, bunu gösteriyor. Eğer balık elinden düşüp denize dalsaydı, bunda şaşılacak bir şey olmazdı. Yolculuğun bütünüyle gaybı ilgilendiren sürpriz gelişmelerle dolu olması bu görüşü tercih etmemize neden oluyor. Nitekim bu gelişme de sözünü ettiğimiz sürprizlerden üzerine Hz. Musa bilge ve saygın kul ile buluşması için Rabb'inin belirlediği noktayı geçtiğini ve bu noktanın da kayalıklı bölge olduğunu anlıyor. Bunun üzerine o ve genç arkadaşı geldikleri yolu izleyerek geri döndüklerinde o kulu orada Musa; `Bizim aradığımız da buydu zaten " dedi. Hemen geldikleri yoldan kendi izlerini sürerek geri Orada kendisine tarafımızdan rahmet sunduğumuz ve katımızdan dolaysız biçimde ilim öğrettiğimiz bir kulumuzu anlaşılıyor ki, bu buluşma Hz. Musa ile Rabbi arasında bir sırdı ve Musa buluşma gerçekleşene kadar genç arkadaşını bundan haberdar etmemişti. Bu yüzden hikâyenin az sonra sunulacak sahnelerinde Hz. Musa'nın, bilge kulla başbaşa kaldığını görüyoruz!66- Musa, ona "Sana öğretilen bilginin birazını bana öğreterek olgunlaşmamı sağlaman amacı ile peşinden gelebilir miyim?" peygambere yakışan bir edep tavrı ile peşinden gelip gelmeyeceğini soruyor. Ve işi oldu bittiye getirmeye kalkışmıyor. Bir peygamber olarak bilge bir kuldan olgunlaştırıcı gerçek bilgiyi öğretmesini adamın sahip olduğu bilgi sebepleri belli, sonuçları bilinen beşeri bilgilere benzemiyor. Bu gayba ilişkin dolaysız bilginin bir türüdür. Yüce Allah öngördüğü bir hikmetten dolayı ve dilediği oranda ona bu bilgiden öğretmiştir. Bu yüzden bir peygamber, bir resul olmasına rağmen, Hz. Musa bu adama ve uygulamalarına karşı sabredemiyor. Çünkü bu uygulamalar dış görünüşleri itibariyle akıl ve mantıkla, eşyanın tabiatına ilişkin hükümlerle çelişiyorlar. Bu yüzden bu uygulamaların gerisindeki gizli hikmeti kavramak zorunludur. Aksi taktirde şaşkınlık uyandıracak, hoşnutsuzluğa neden olacaklardır. Bunun için kendisine dolaysız bilgi öğretilen bu kul da Musa'nın, arkadaşlığına ve uygulamalarına karşı sabredemeyeceğinden, bunlara katlanamayacağından korkuyor67- O kulumuz, Musa'ya dedi ki; "Sen benimle beraber olmaya katlanamazsın. "68- "Sebeplerini kavrayamayacağın olaylar karşısında nasıl sabrédeceksin. "Musa sabretmeye ve dediklerine uymaya söz veriyor. Bu hususta Allah'dan yardım diliyor ve onun iradesini dile Musa "İnşaallah, beni sabırlı bulacaksın, hiçbir konuda sana karşı gelmeyeceğim. "Adam konuyu biraz daha açıyor, meseleyi biraz daha pekiştiriyor, yolculuğa çıkmadan önce beraberce çıkmalarının şartını belirtiyor. Bu şart, sabretmesi, hiçbir şey hakkında soru sormaması, kendisi sırrını açıklamadığı sürece herhangi bir uygulaması hakkında yorum yapmaya O kulumuz, Musa'ya dedi ki; "Eğer benimle birlikte geleceksen yapacağım hiçbir iş hakkında bana soru sorma, benim sana o konuda açıklama yapmamı bekle. "Musa kabul ediyor... Ve biz onların yaşadığı ilk sahnenin karşısında buluyoruz Böylece yola koyuldular. Bir süre sonra bir gemiye bindiler. O kulumuz bu gemide bir delik açtı. Musa ona, "İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin? Gerçekten çok çirkin bir iş yaptın " gemide, başka yolcular da var. Denizin ortasında yol alırlarken o kul geliyor gemide bir delik açıyor! Dış görünüşe bakılırsa bu davranış, gemiyi ve yolcularını batma tehlikesi ile karşı karşıya getiriyor, büyük bir kötülüğe neden oluyor. Şu halde bu adam niçin bu kötülüğe yelteniyor?Hz. Musa -selâm üzerine olsun- mantıksal hiçbir gerekçesi bulunmayan bu tuhaf davranış karşısında hem verdiği sözü hem de arkadaşının ileri sürdüğü şartı unutuyor. İnsan bir ilkeyi soyut olarak etraflıca düşünebilir, ama bu anlamın pratik uygulaması, somut bir örneği ile karşı karşıya kaldığı zaman teorik düşünceden farklı bir realite karşısında bulunduğunu farkeder. Çünkü pratik deneyimin soyut düşünceden farklı bir tadı vardır. İşte Musa önceden, sebeplerini kavrayamadığı olaylara katlanamayacağı uyarısında bulunulmuş, ama o sabretmeye karar vermiş, yüce Allah'dan yardım dilemiş, sabredeceğine söz vermiş, ileri sürülen şartı kabul etmişti. Fakat o, bu adamın uygulamalarındaki pratik deneyimle karşı karşıya kalınca tepki gösteriyor, karşı Hz. Musa'nın tepkisel ve heyecanlı bir karaktere sahip olduğu doğrudur. Bu karakterin özelliklerini hayatın tüm devrelerindeki uygulamalarında gözlemlemek mümkündür. Örneğin bir yahudi ile kavga ettiğini görünce bir Mısırlı'yı yumruklamış, bilinen o kızgınlığı ile adamı öldürmüştü. Daha sonra yaptığına pişman olmuş, özür dileyerek Rabbi'nden affedilmesini istemişti. Ama ikinci gün yahudinin bir başka Mısırlı ile kavga ettiğini görünce tekrar Hz. Musa işte böyle bir karaktere sahiptir. Bu yüzden adamın davranışı karşısında sabredemiyor, işin tuhaflığı karşısında verdiği sözü yerine getiremiyor. Ne var ki, pratik deneyimden, teorik düşünceden farklı bir tat alma ve apayrı bir gerçekle karşılaşma bütün insanların ortak özellikleridir. İnsanlar fiilen tatmadıkça, pratik olarak denemedikçe meseleleri gereği gibi bu yüzden Hz. Musa kızıyor, adamın yaptığına karşı çıkıyor"Musa,ona "İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin? Gerçekten çok çirkin bir iş yaptın" bilge kul büyük bir sabır ve yumuşaklıkla, yolculuğa çıkmadan önceki sözlerini hatırlatıyor72- O kulumuz Musa'ya "Ben sana, benimle beraber olmaya katlanamazsın dememiş miydim?" Musa unutkanlığını ileri sürerek özür diliyor; adamdan özrünü kabul etmesini, hemen azarlayıp vazgeçmemesini, verdiği sözü hatırlatmamasını istiyor73- Musa; ' `Unutkanlığım yüzünden beni azarlama ve bilginden yararlanma konusunda bana zorluk çıkarma" Hz. Musa'nın özürünü kabul ediyor. Böylece kendimizi ikinci sahnenin karşısında buluyoruz74- Yine yola koyuldular. Bir .süre sonra bir genç ile karşılaştılar. O kulumuz, delikanlıyı öldürdü. Musa; "Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Gerçekten çok kötü bir iş yaptın " davranışı; gemide delik açması, dolayısıyla yolcuların boğulma ihtimali idi. Bu ise düpedüz adam öldürmektir. Hem de bilerek öldürmek, sadece bir ihtimal değil... Kuşkusuz bu, büyük bir cürümdür. Söz vermiş olduğu hatırlatılmasına rağmen Hz. Musa, bu olay karşısında da kendisini tutamıyor, sabredemiyor"Musa; "Bir cana karşılık olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Gerçekten çok kötü bir iş yaptın" dedi."Bu sefer unutmuş ya da söz verdiğini bilmiyor değildir. Bilinçli davranıyor, meydana gelişine katlanamadığı ve hiçbir sebeple izah edemediği bu kötü işe karşı çıkıyor. Çünkü ona göre delikanlı suçsuzdur. Öldürülmesini gerektirecek bir suç işlemiş değildir. Kaldı ki henüz erginlik çağına erişmediği için yaptıklarından sorumlu da kez daha o bilge kul, Hz. Musa'ya koştuğu şartı, verdiği sözü ve birincisinde söylediği; üstüste deneyimlerin doğruladığı sözü hatırlatıyor75- O kulumuz Musa`ya; "Ben sana benimle beraber olmaya katlanamazsın dememiş miydim?' sefer özellikle belirterek "Sana dememiş miydim" diyor. "Sàna" yani açık-seçik ve kesin bir ifadeyle sana söyledim. Buna rağmen ikna olmadın, beraberliğimizi sürdürmemizi istedin, ileri sürdüğüm şartı kabul kendine geliyor ve iki kere sözünü tutmadığını, yapılan uyarılardan, etraflıca düşünüp ona göre davranmasına ilişkin hatırlatmalardan sonra vaadini unutmuş olduğunu hatırlıyor. Bu yüzden kendi kendine kızıyor, bağlayıcı bir karar olarak önündeki yolları kapatıyor ve bunu kendisi için son fırsat olarak değerlendiriyor76- Musa; "Eğer sana bir daha bir şey sorarsam artık benimle arkadaşlık etme, o zaman seni mazur görürüm " akışı devam ediyor ve bu kez kendimizi hikâyenin üçüncü sahnesinin karşısında buluyoruz77- Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir köye vardılar. Köylüden yemek istediler, fakat ağırlanma istekleri reddedildi. Az sonra yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarla karşılaştılar. O kulumuz, eğri duvarı doğrulttu. Musa ona `Eğer isteseydin bu yaptığın işe karşılık bir ücret alabilirdin' de acıkmış. Bu sırada açları doyurmayan, misafir kabul etmeyen cimri bir köyden geçiyorlardı. Bir süre sonra yıkılmak üzere olan eğik bir duvarla karşılaşırlar. Ayet, duvara canlılar gibi irade ve hayat özelliklerini yakıştırıyor ve "yıkılmak istiyor" anlamında "yıkılmaya yüz tutmuş" ifadesini kullanıyor. İşte bu tuhaf adam, hiçbir karşılık beklemeden yıkılmaya yüz tutmuş bu duvarı doğrultmakla Musa, adamın tavrındaki çelişkiyi farkediyor. Aç oldukları halde kendilerine yiyecek vermeyen, kendilerini misafir etmekten kaçınan bir köyde, bu adamı yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarı doğrultmaya iten etken ne olabilir? En azından buna karşılık yiyecek almalarını sağlayacak bir ücret istemesi gerekmez miydi?"Musa ona; `Eğer isteseydin bu yaptığın işe karşılık bir ücret alabilirdin' dedi."Musa'nın bu sözü beraberliğin sonu oluyor. Artık Musa'nın ileri sürebilecek bir mazereti, dolayısıyla da adamla arkadaşlığını sürdürmesine imkân kalmıyor78- O kulumuz, Musa'ya dedi ki; "Bu olay, birbirimizden ayrılmamızın sebebidir. Şimdi sana sabırla karşılayamadığın olayların nedenlerini kadar Hz. Musa ve surenin akışı içinde hikâyeyi izleyen bizler, kendimizi izleyen ve sırrını bilmediğimiz sürpriz gelişmeler karşısında buluyoruz. Hikâyeyi izleyen bizlerin durumu tıpkı Hz. Musa'nın durumu gibidir. Üstelik biz bu tür garip davranışlarda bulunan adamın kim olduğunu bile bilmiyoruz. Bizi saran kapalı havayı tamamlamak için Kur'an-ı Kerim adamın ismini açıklamıyor. Hem ismin ne önemi var ki. Bu adamın yüce ilahi hikmeti temsil etmesi isteniyor. İlahi hikmette ise, yakın sonuçlara, bilinen önermelere yer yoktur. Tam tersine ortaya çıkan sonuçlar, görme kapasitesi sınırlı olan gözlerin göremediği uzak hedeflere göre değerlendirilir. Bu yüzden adamın adının anılmış olmaması, temsil ettiği manevi kişiliğe uygun düşmektedir. Daha baştan itibaren görünmez, gaybi güçler hikâyede etkin rol oynuyorlar. Örneğin Hz. Musa kendisi ile görüştürüleceği vadedilen bu adamla buluşmak amacı ile yoluna devam ediyor. Ama genç arkadaşı azıklarını kayalıklı yerde unutuyor. Sanki geri dönmeleri için unutmuş gibi. Geri döndüklerinde sözü edilen adamla karşılaşıyorlar. Şayet yollarına devam etselerdi; eğer ilahi takdir tekrar geri dönmelerini öngörmeseydi adamla karşılaşamayacaklardı. Görüldüğü gibi hikâyeye egemen olan hava bütünüyle kapalı ve bilinmezliklerle dolu bir havadır. Bu yüzden ayetlerin akışı içinde adamın adı da gizli ve kapalı yavaş yavaş sır ortaya çıkıyor...79- O gemi var ya, yoksul deniz işçilerinin malı idi. Onda bir kusur meydana getirmek istedim. Çünkü bu denizcileri, rastladığı her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar kusur sayesinde gemi zalim hükümdarın eline geçmekten kurtuldu. Gemiye verilen bu küçük zarar; sağlam kalması durumunda başına gelecek olan ve gaybın perdesi altında saklı bulunan büyük zarara karşı koruyuculuk işlevi O delikanlıya gelince, onun ana-babası mü'min kimselerdi. Onları azgınlığa ve kâfirliğe sürüklemesinden İstedik ki, Rabb'leri onlara o delikanlıdan daha temiz ve daha iyiliksever bir evlat anda ve görüldüğü kadarıyla öldürülmeyi haketmeyen bu delikanlının gerçek karakteri üzerindeki gayb perdesi kalkıyor ve her yönüyle bu bilge kulun gözlerinin önüne seriliyor. Delikanlının özü itibariyle kâfir ve azgın bir karaktere sahip olduğu ortaya çıkıyor. Küfür ve azgınlığın tohumları içine ekilmiştir. Bu tohumlar gün geçtikçe kökleşiyor, davranışlarına yansıyor... Şayet yaşasaydı, kâfirliği ve azgınlığı ile mü'min ana-babasını zor durumda bırakacaktı. Kendisine yönelik sevgilerinin etkisiyle onları, kendi yolunu izlemeye zorlayacaktı. İşte bu yüzden yüce Allah, kâfir ve azgın bir karaktere sahip olan bu delikanlımın öldürülmesini, ayrıca onun yerine daha iyi ve anne-babasına karşı daha merhametli bir evladın bahşedilmesini diledi. Ve bu bilge kulunun da o delikanlıyı öldürmesini mesele, dış görünüşe göre değerlendirme yapan insanın bilgisine bırakılmış olsaydı, sadece çocuğun o durumu onu ilgilendirecekti. Dolayısıyla yasal olarak öldürülmesini gerektirecek bir suç işlemediği için elinde çocuğun aleyhinde kullanabileceği bir gerekçe olmayacaktı. Yüce Allah'dan ve yüce Allah'ın kendi tekelinde olan gayba ilişkin bir kısım bilgi öğrettiği kimi kullarından başka hiçbir kimse, herhangi bir insanın gaybın bilinmezlikleri arasında yeralan bir özelliği hakkında karar veremez. Yine hiçbir kimse bu bilgiye dayanarak şeriatın verdiği hükümden farklı bir hüküm ortaya koyamaz. Şu kadarı var ki, yüce Allah'ın emri, sonsuz gayba ilişkin bilgisine O duvar var ya, o şehirde yaşayan iki yetim çocuğun malı idi ve duvarın altında bu yetimlere miras kalmış bir hazine vardı. Babaları iyi bir insandı. Rabb'in istedi ki, o yetimler, erginlik çağına erdikten sonra Rabb'lerinin bir merhameti olan hazinelerini kendi elleri ile duvarın altından çıkarsınlar. Yoksa ben bu işleri kendi kafamdan yapmadım. İşte sabırla karşılayamadığın olaylara ilişkin açıklamam ikisi de aç oldukları, üstelik köylüler tarafından misafir edilmedikleri halde, bu adamın köylülerden herhangi bir ücret istemeden doğrultmaya çalıştığı bu duvarın altında bir hazine gizliydi, duvarın dibinde şehirde bulunan yetim ve güçsüz iki delikanlıya ait bir servet saklıydı. Şayet duvar yıkılmaya terk edilseydi, altındaki hazine ortaya çıkacaktı. Bu durumda çocuklar kendilerine ait bu hazineyi koruyamayacaktı. Babaları iyi bir insan olduğu için yüce Allah bu iyilikten onları zayıflıklarında, küçüklüklerinde yararlandırmak istedi. Büyümelerini, erginlik çağına erişmelerini, mallarını koruyabilecekleri bir durumdayken hazineyi çıkarmalarını adam bu meseleden elini çekiyor. Çünkü bu tür davranışlarda bulunmasını öngören, yüce Allah'ın rahmetidir. Gerek bu meseleye gerekse bundan önceki meselelere ilişkin gaybtan onu haberdar eden, sonra da bu bilgi doğrultusunda onu bu tür uygulamalara yönelten yüce Allah'dır Bunları Rabb'inin rahmeti sonucu yapıyorum, yoksa ben bu işleri kendi kafamdan yapmadım."Şu anda yüce Allah'ın hoşnut olduğu kullarından başka hiçbir kimseye bildirmediği gayb üzerindeki perde aralandığı gibi, bu adamın uygulamalarının hikmeti üzerindeki perde de kalkmış çıkan sırrın ve açılan perdenin dehşetinden o adam ayetlerin akışı içinde ilk kez göründüğü gibi gözlerden kayboluyor. Meçhulden geldiği gibi tekrar meçhule doğru yol alıyor. Hikâye evrende yeralan en büyük hikmeti temsil ediyor. Bu hikmet, ancak belli oranlarda ortaya çıkar. Gerisi yüce Allah'ın bilgisi kapsamında, perdelerin ötesinde bir gayb olarak varlığını surenin akışı içinde, Hz. Musa ve bilge bir kulun hikâyesi ile Eshab-ı Kehf hikâyesi; gayba ilişkin meselelerin yüce Allah'a özgü kılma noktasında birleşiyor. Kuşkusuz yüce Allah, olayları sonsuz bilgisi uyarınca bir hikmete göre planlar. İnsanlar ise bu plânı kavrayamazlar. Gaybın üzerine gerili perdelerin önünde dikilip dururlar. Perdelerin ötesindeki sırları da ancak belli oranlarda öğrenebilirler. Bir peygamber; Hz. Musa… Bir yardımcı; rivayetlere göre Yuşa… Bir azık; balık… Bir yolculuk… Bir mekân; iki denizin birleştiği yer… Kendisin Allah katından ilim verilen bir salih kul’; rivayetlere göre Hızır… İç yüzü kavranılmayan olaylar silsilesi… Ve Sabır… Ve Hikmet… Rivayetlerde bildirildiğine göre Musa Peygamber İsrâiloğulları’na hitap etmekteydi. O sırada kendisine; En bilgili kimdir?’ diye bir soru soruldu. O da En bilgili benim’ diye karşılık verdi ve bu söz üzerine Allah onu kınadı. Çünkü o, ilmi Allah’a izafe etmemişti. Ardından Allah ona; Benim iki denizin birleştiği yerde senden daha bilgili bir kulum var’ diye vahyetti. Buhari, “İlim”, 45. Yani ilk düşülecek not şu ki; ilim Allah’a izafe edilmelidir. Zira “inşallah” demediği için vahyin bir ara kesilmesiyle karşı karşıya kalan bir Hz. Peygambere şahit olmuştuk.Kehf 1823-24 Kıssadaki olayların seyri surede özet olarak şu şekilde anlatılır Yanında yol arkadaşıyla beraber bu kişiyi aramaya koyulan Hz. Musa, uzun bir yolculuktan sonra Yüce Allah’ın tarif ettiği yerde bilge kişiyi bulup kendisiyle arkadaş olmak ve ilminden istifade etmek istemiş, fakat o bilge kişiden “Sen benimle arkadaş olmaya sabredemezsin” karşılığını alınca, Hz. Musa her ne olursa olsun sabredeceğine dair ona söz vermiş ve ilim yolculuğu böylece başlamıştır. İlk yolculuklarında salih kul’, Hz. Musa ile birlikte bindikleri gemiye sebepsiz yere delmesi, Hz. Musa’nın istemsiz bir şekilde tepki vermesine neden olmuştur. Bu tepki sebebiyle daha yolun başında salih kul’, Hz. Musa’yı uyarmıştır. Hz. Musa’nın verdiği sözü hatırlamasıyla ilim yolculuğu kaldığı yerden devam etmiştir. Daha sonra salih kul’un suçsuz yere bir çocuğu öldürdüğünü gören Hz. Musa, birincisinden daha şiddetli bir şekilde salih kul’a karşı gelmiş ve yine salih kul’un uyarısıyla verdiği sözü hatırlayıp susarak yolculuklarına devam etmişlerdir. Son olarak aç ve susuz olarak uğradıkları köy halkının kendilerine yiyecek vermemelerine rağmen salih kul’un, köyde yıkık bir duvarı onarması üzerine Hz. Musa’nın bu duruma da karşı gelmesi salih kul’ açısından bardağı taşıran son damla olmuş, birilikte çıktıkları ilim yolculuğu son bulmuştur. Fakat bu yolculukta açıklanmaya ihtiyaç duyulan üç farklı olay cereyan etmiştir. salih kul’ bu olayları tek tek neden yaptığını ve bunları yaparken kendi kafasına göre harket etmediğini açıklayarak bu yol arkadaşlığını sonlandırmıştır.Kehf 1860-82 Kıssada anlatılan olayların iç yüzünü, kendi içtihadına göre değil Rabbinin bildirdiği emir ile O'nun bir rahmeti olarak yaptığını izah eden bu salih kul’un kimliği hakkında üç görüş söylene gelmiştir. Maverdi’ye göre melek; Gazali, Kurtubi, Firuzabadi, İbn-i Kesir gibi âlimlere göre nebî; Beğavi, Razi ve sufilere göre ise velîdir. Mustafa Öztürk ise Hızır karakterinin mitos/efsane olduğunu ileri sürer.[1] Seyyid Kutub ise şunları dile getirir “Kıssada salih kul’dan ilahi hikmeti temsil etmesi isteniyor. İlahi hikmette ise, yakın sonuçlara, bilinen önermelere yer yoktur. Tam tersine ortaya çıkan sonuçlar, görme kapasitesi sınırlı olan gözlerin göremediği uzak hedeflere göre değerlendirilir. Bu yüzden salih kul’un adının anılmış olmaması, temsil ettiği manevi kişiliğe uygun düşmektedir.” [2] Bütün bu görüşlerden sonra meseleyi şu şekilde ifade etmek mümkün olur “Bir hakikat ki Yüce Allah, Hz. Musa’yı, bir peygamber yahut melek olma ihtimali olan başka bir salih kul’u aracılığı ile bir imtihana ve bu imtihanla bir eğitime tabi tutmuştur. Hz. Musa yolculuk boyunca olayların sadece zahirini bilen birisi olarak itirazlarını dile getirir.” Tefsirlerde salih kul’un kimliği, buluşulan yerin neresi olduğu, ledün ilminin ne olduğu gibi konuların tartışılmasının yanı sıra çok çarpıcı çıkarımlar da bulabilmek mümkündür. Bunlardan bazılarını hatırlayacak olursak; Razi, “Tevazu, tekebbürden hayırlıdır” diyerek Hz. Musa’nın ilim/âlim karşısındaki edebine işaret eder. Beydavi, “İnsanın, sahip olduğu ilimle övünmemesini, kendince hoş olmayan şeyi hemen yadsımamasını ve zâhirde kötü gibi gözüken bir hadisede kendisinin bilmediği gizli bir incelik olabileceğini düşünmesini, sürekli olarak bilgi öğrenmesini, öğreticisine ya da öğretmenine karşı alçakgönüllü ve hürmetkâr olmasını, söylediği sözlerde edebe riayet etmesini, hata yapan kişinin hatasına dikkat çekmesini, hatada ısrar edinceye kadar onu affetmesini ve ancak ısrardan sonra onunla ilişkisini kesmesini” vurgular. Elmalılı, bu kıssada “ilim için araştırma yapmak ve yolculuğa çıkmaya bir teşvik delili ve bununla beraber ledünnî ilmin çaba harcamak ve istemekle kazanılmasının mümkün olmadığına” dikkat çeker. Görünen o ki ilim için evden çıkmak, tedbirli olmak yanına azık almak, bir yolculuğa katlanmak gerekmektedir. Yaşanacak olayların hikmeti ise ancak Allah katındandır. Yola çıkarken tercih edilen yol arkadaşının gidilecek yolun zorluğuna ve meşakkatine katlanabiliyor olması, yolculuğun selameti için çok önemlidir. Aksi takdirde yoldan haberi olmayan bir kimsenin, kişiyi yarı yolda bırakmayacağını kimse garanti edemez. Bu kıssadan öğrenebileceklerimiz; Yola çıkmak bir kararlılığı ve sabrı gerektirir. Zira yolda türlü türlü zorluk ve meşakketlerle karşılaşılabilir. Bir yola çıkan kişi yolun gereklerine göre tedbir alıp hazırlık yapmalıdır. Alim, bilgin her şeyi bilmeyebilir. Bazen alimler de başkalarından bilmediklerini öğrenebilirler. “Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.”[3] Öğrenmek için bir arayış içine girenler, bu yolda karşılaşabilecekleri bazı sıkıntıları göğüslemeyi de göze almalıdırlar. Allah kendi katımızdan ilim verdiğimiz salih kul’larımızdan bir kul” dedikten sonra bu “KUL”un kim olduğunun hiçbir önemi yoktur. Ona tabi olunur. Zira Allah, ona öğretme, geriye kalanlara da ondan öğrenme sorumluluğu yüklemiştir. Karşılaştığımız veya başımıza gelen bir olayla ilgili hemen karar vermemeli meselenin arka planında bir başka bir boyut olabileceği ihtimalini dikkate alarak “hikmeti” kayramaya gayret etmeliyiz. Zira “O, ilâhî bilgiyi pratik hayata uygulama yeteneği olan hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmiş ise, ona gerçekten pek çok iyilik bağışlanmış demektir…”[4] Hakkında hiçbir bilgimiz olmayan şeylere sabretmekte zorlanmamız son derece normaldir. Böyle bir durumda Yüce Allah’ın öğrettiklerini kendimize rehber edinmeliyiz. Zira O, “insana bilmediğini öğretendir.” Zorlukların üstesinden gelebilme azmimizi ifade ederken “inşallah” diyerek Allah’ın olaylar ve olgular üzerindeki iradesini de hesaba katmalıyız. Sabırlı davranan ve hikmetle hareket edene hayırların kapısı açılır… Bize düşen hayırların ve hikmetin verileceği bir cehd içinde olmaktır. Bunu gerçekleştirebilene hakikat kapılarının nasıl açılacağını üstat Sezai Karakoç “Hızırla Kırk Saat” adlı çalışmasında şöyle dillendirir; “... Suyu arayan adam değil Suyun aradığı adam ol sen de Sen doğu olursan güneş sana gelecektir Sen kuşluk olursan kuş sende ötecektir.” Din Dersi Etkinlik Portalı olarak sizlere Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi etkinliklerinin yanında bilgi ve öğüt verici blog yazıları da hazırlamaktayız. Bu gün ki yazımızın konusu ise “Hz. Musa ve Hızır Kıssası“. Gelin birlikte bakalım bu iki yolcunun başından neler geçmiş…Hz. Musa ve HızırGünlerden bir gün Hz. Musa bir denizin kenarında Hızır ile karşılaştı ve onunla tanıştı. Birlikte sohbet etmeye başladılar ve Hz. Musa, hiç kimsenin anlayamadığı sırları anlayan ve bilen Hızır’ın bilgisi karşısında hayranlık bildiklerini kendisine öğretip öğretmeyeceğini sordu ve onunla gezip dolaşmak istediğini söyledi. Hızır ise ona, sen benim yanımda gezip sabredemezsin, benim yapmış olduğum işlerin hikmetini bilemezsin. Eğer yapacaklarıma sabredebilirsen olur, Musa ise ona sabredeceğini ve hiçbir konuda kendisine karşı gelmeyeceğini söyledi. Hızır onun istediğini kendisi yaptıkları ile açıklama yapmadan hiçbir şey sormaması karşılığında kabul Musa ve Hızır birlikte yolculuğa başladılar ve bir deniz kenarına geldiler. Limanda yola çıkmak üzere olan bir gemi vardı. Geminin sahibi herkesin gemiye binmesine izin vermese de onların binmesine izin verdi. Ve başladılar yolculuğa…Gemi kıyıdan uzaklaşınca Hızır elindeki kesici alet ile geminin tam ortasına bir delik açmaya başladı. Bunu gören Hz. Musa endişelendi ve ona— Geminin batmasını mı istiyorsun da tam ortasına delik açıyorsun, diye üzerine Hızır, Hz. Musa’ya kendisine söz verdiğini ve kendisi açıklayana kadar hiçbir şey sormaması gerektiğini hatırlattı. Hz. Musa sözünü hatırladı ve karışmayacağım diyerek bu gemi limana yaklaştı ve iki yolcu gemiden inerek yine yollarına devam ettiler. Yolda yürürken kendi başına orada oynayan bir çocuk gördüler ve Hızır gidip o çocuğu ansızın öldürdü. Hz. Musa ise gördükleri karşısında şaşırarak— Neden bu masum çocuğu öldürdün. Şen çok kötü bir şey yaptın diyerek Hızır’a ise ona tekrar sözünü hatırlatarakBen sana benimle gezip dolaşmaya sabredemezsin demedim mi? Soru sormayacağın konusundaki sözünü yine unuttun, Musa olan bu olaylara şaşırsa da verdiği söz nedeniyle yine karışmayacağını belirterek Musa ve Hızır yollarına devam ettiler ve bir köye vardılar. Geldikleri bu yerde ne yiyecek ne içecek ne de bunları alacak paraları vardı. Karınları acıkmıştı ama geldikleri bu köyde parasız hiç kimse yiyecek ve içecek kendilerine vermezdi. Yürürken yolun kenarında yıkılmaya yüz tutmuş eski bir duvar gördüler. Hızır orada hemen su ile toprağı karıştırarak yaptığı karışım ile yıkılmaya yüz tutan duvarı onardı. Hz. Musa ise ağzını hiç açmayarak ona duvarı tamir etmesi konusunda yardım onardıkları vakit Hz. Musa yine dayanamadı ve Hızır’a sorduOnca yol geldik, aç ve susuzuz ama sen burada kalkmış eski bir duvar tamir ediyorsun. Yaptığın bu işten para almayacak mısın? Diye Musa’nın bu sözleri üzerine HızırArtık ayrılma vaktimiz geldi. Ben sana ben açıklama yapana kadar bana bir şey sorma demiştim ama sen 3 defadır soruyorsun. Bana verdiğin sözü tutmuyorsun, dedi.— Şimdi beni dinle, dedi ve yaptığı olayların hikmetini anlatmaya başladı.— Bindiğimiz geminin ortasına delik açmaya çalışmıştım. Bunun nedeni şuydu O gemi deniz ticareti ile uğraşan birkaç yoksulun gemisiydi. Ve gidecekleri limanda zalim bir hükümdar bulunuyordu. Bu zalim hükümdar gemisi sağlam olan kişilerin elinden gemilerini zorla alıyordu. Yüce Allah bu gemiye delik açmamı istediği için bende açtım. Böylece zalim hükümdar yoksulların elinden gemilerini alamayacaktı, Musa mahcup bir şekilde bu hikmeti bilmediğini söyledi ve o masum çocuğu neden öldürdün? Onun suçu günahı neydi? Diye sordu.— O küçük çocuğun anne ve babası inançlı ve çok iyi insanlardı. Bu çocuk ise büyüdüğü zaman inançsız biri olacak ve insanlara zalimce davranacaktı. Yüce Allah, o çocuktan daha hayırlısını anne ve babasına ihsan edecek. Hesap günü anne ve babanın çocuklarından memnun olmaları için öldürülmesini istedi, ben de yaptım, Musa yine mahcup bir şekilde işin hikmetini öğrendi. Ve bu kez aç ve susuz olduğumuz halde ücretsiz bir şekilde o duvarı neden tamir ettin? Diye sordu.— Tamir ettiğimiz o duvar, o köyde yaşayan iki yetim ve yoksul çocuğa aitti. Duvarın altında babalarından kendilerine miras kalan bir hazine vardı. Yüce Allah, o çocuklar büyüyünceye kadar hazinenin o duvarın altında saklı kalmasını istedi. Çünkü, sağlam olmayan bu duvar yıkılacak ve çocuklara kalan hazine ortaya çıkacaktı. Çocuklar da küçük oldukları için hazinelerini koruyamayacak ve zalim kişiler onların ellerinden alacaktı. Yüce Allah ne dileyip istedi ise ben onu yaptım. Hiçbir işe kendim karar verip de yapmadım. Rabbimiz böyle uygun gördü, emretti, bende yaptım. İşte senin hayretle izlediğin ve sürekli sorduğun işlerin hikmeti budur, üzerine Hz. Musa, kendisini Hızır gibi bir bilge ile tanıştırdığı için Yüce Allah’a sonsuz teşekkürler etti. Çünkü Hızır’danYaşadığı ve gördüğü olaylar karşısında hemen sinirlenmemesi ve sabretmesi gerektiğini, gördüklerinin arkasında bir de göremediklerinin olduğunu, her şeyi bildiğini sanmanın yanlış olduğunu Musa bütün bu olanları düşünürken kafasını kaldırıp etrafına baktığında Hızır’ın yanında olmadığı fark etti. “Onun yerini ancak Âlemlerin Rabbi bilir.” Diyerek yoluna devam etti…Sizler de Hz. Musa ve Hızır Kıssası hakkındaki görüşlerinizi ve blog yazılarımızda yer vermemizi istediğiniz kıssaları yorumlarda ve Dua ile…Sizler için hazırladığımız diğer blog yazılarımıza buradan Musa ve Hızır Kıssası ile ilgili daha detaylı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz.

hz musa hz hızır kıssası